Cahit Külebi
Vücudu bile şu saatte soğumamıştır. Yarın Asri Mezarlığın kimbilir neresine gömülecek? Kalkıp ziyaretine gitmek geliyor içimden. Kendine vergi alçak gönüllülükle karşılayacaktır. Önce hâlhatır soracak, sonra konuşmamız günlük olaylardan süzüle süzüle en mahrem köşelere kadar geçecektir. Orada, gülünç-alaycı, hoyrat-sevimli, menfaatçi-idealci, açıkgöz-saf, insafsız-merhametli, yararsız-örnek yüzlerce kişi yaşamaktadır. Karşı karşıya saatlerce konuşacağız. Birer hikâye kahramanı oldukları aklımıza hiç gelmeyecek. Yaratıcılarının iznini alıp sokağa çıkınca da yanımdan ayrılmayacaklar. Ama benimle geldikleri gibi orada da bulunacaklardır. Şimdi Yüksel caddesi o vücutsuz kişilerle doludur. Yarın, biz yaşayanlarla birlikte mezarlığa yürüyecekler. "Alın" diyecek mezarlarda yatanlara "işte sizin kişilikleriniz".
Hikâyelerindeki kişilerle konuşurken, sanki vaktiyle tanıyormuş da, öylece yazmış sanılırdı. Halbuki hiçbirini tanımadığını; hikâyecinin gördüğü kişileri değil, ele aldığı kişilikleri yazmaya çalışması gerektiğini, kendisinin sanatçı olmadığını eklemeyi de unutmayarak, söylerdi. Bir dostundan söz açmış gibi gülerek, muhabbetle onlardan konuşurdu.
Hasta olduğu için rahatsız etmekten çekiniyordum. Bir yıldan beri görememiştim. Ankara'da pek az kalacak olan Naim Tirali ile ölümünden dört gün önce, gitmek zorunda kaldık. Naim bir kaç kitabını basmak istiyordu. Söz de aldı. Yazın İstanbul'da bu işi düzenleyeceklerdi.
O gece hemen kalkmak istedik. Bırakmadı. Uzun uzun konuştu. Üzgündü. Varlık dergisinden bir yazarla konuşma yapmışlar. "Bir kere konuştuğum insan söylediklerimi anlar mı? çabucak not etti, gitti" diyordu. Büyük bir ideali vardı. "Mesut Türkiye" diyebileceğimiz bu idealini her zaman tekrarlardı: Ankara'dan çıkıp ne kadar gitseniz sonu gelmeyecek bir şehir, daha doğrusun bir kasaba. Ta sınırlara kadar. Ardı arkası gelmeyecek küçük, güzel evler. Bağlar bahçeler. Ekilmiş tarlalar. Ve o küçük mülklerin mesut sahipleri: Saide gibi, Selime gibi vefalı, evcil kadınlar (Söylemezdi, ama ben yakıştırırdım), çalışkan, sağlam yapılı erkekler, tosun gibi çocuklar. Bütün bu bahtiyar insanlar bu cennet ülkeyi dolduracaktı. Hayal ettiği ülkenin o güzel hayatını en ince noktalarına kadar bir bir anlatır, Türk ailesinin güzel geleneklerini en mahrem özellikleri ile çizer; anlattıkça kuvvetli, zeki yüzü aydınlanır ve kahkahalarla gülerdi. Makine medeniyetini inkâr etmediğini de sözlerine ekliyordu. Ama bu iki âlemi nasıl kaynaştırıyordu, soramadım.
Gerçekten vatanseverdi. Büyük bir idealci idi. İdealinin temeli sevgiye, bilgiye ve yaman bir görgüye dayanıyordu. Gerçekçi yazış tarzına ve hikâyelerinin ilk bakışta kuru gibi gözüken dış görünüşe karşılık, yazılarının derinliklerinde o hayal ülke, bütün bunlarla birlikte, gür duygular içinde belirmekteydi. Çok sevilen Komiser hikâyesindeki sıcak insan sevgisi çeşitli yönleri ile her hikâyesinde vardı. Varlık dergisi için yaptığı konuşmada, galiba bu konuya da dokunmuştu. Düşüncelerinin yanlış anlaşılacağına üzülüyordu.
|