Haldun Taner

Evet, muhakkak ki, Türkçeye benzer ilk Türkçeyi, hikâyeye benzer ilk hikâyeyi Ömer Seyfettin'in kalemine borçluyuz: Nankörlüğü göze almadan bu hakikati nasıl çiğneyip geçebiliriz. Saydığımız öbür yazarların her biri de kendi mizaç ve kabiliyetlerine göre onun açtığı çığıra yeni çeşniler eklediler. Bu da inkâr edilemez. Ama şu da inkâr edilemez ki, Memduh Şevket Esendal'ın Türk hikâyeciliğindeki yeri onlarınkinden büsbütün başka ve ayrıdır.

O devrin bilâ istisna bütün hikâyecileri, tesiri altında yetiştikleri terkipçilik, üslupçuluk ve edebiyatçılık hastalığının amansız düşmanı olmalarına rağmen, bu nakiselerden kurtulmak istemelerine ve kısmen de kurtulabilmiş olmalarına rağmen, yine de o edebiyatçılık geleneğinin bazı kalıntılarından büsbütün silkinebilmiş değildiler. Gerçi daha sade bir dille yazıyorlardı. Realist müşahedeye önem veriyorlardı ama yine de ahenkli ve oturaklı cümlelere düşkünlük göstermekten, yer yer şairaneye kaçan tasvirlerden ve sıkışınca kolay dramatik tesir uyandırmak için ucuz bir romantizme başvurmaktan pek de kaçınmıyorlardı. Bu bir. İkincisi, bu nesil hikâyecilerinin tek istisnasız hepsi Maupassant tarzını, yâni bir başı, bir ortası, bir sonu olan; son cümlesi hikâyeyi bıçak gibi kesip bitiren, kurulu düzen, alışılmış klâsik hikâye tekniğinin dışına çıkmayan, çıkmayı akletmeyen yazarlardı.

İşte, aynı cemiyetin, aynı çevrenin, aynı sınıfın, aynı neslin, aynı dil, üslup ve zevk geleneğinin adamı olan Memduh Şevket Esendal'ı yaşıtlarından ayıran belli başlı hususiyet -ve kanaatimce meziyet - bilhassa bu iki noktada aranmalı.

Onun daha 1924 tarihini taşıyan hikâyelerine bir göz atınca hemen görürüz ki, bunlar o devirdeki Türk hikâyelerinden gerek şekil, gerek muhteva bakımından tamamen farklıdırlar.

Farklıdırlar, çünkü bunlarda kalıntı halinde de olsa en ufak bir özentiye, bir üslup kaygusuna, bir cümlecilik merakına ve hele ucuz bir edebiyatçılık ve hislilik tuzağına asla rastlanamaz. Esendal'ın dil bakımından göze çarpan ilk hususiyeti, insana ilk bakışta belki kuru bile gelebilecek olan, berrak, temiz, sade - hattâ Ömer Seyfeddin'inkinden daha sade - bir Türkçe ile, her kelimeye iki üç değil, bazen tek sıfat dahi eklemek ihtiyacını duymadan bir Merimée isabeti ve katiyetiyle yazışı ve anlatışıdır.

Sade bu kadar değil. Diğer taraftan klâsik hikâye tarzını aşmak cesaret ve maharetini bütün Türk hikâyecileri arasında ilk olarak onda görüyoruz. Esendal kurulu bir zemberekle harekete geçen ve bundan dolayı da ister istemez sun'i bir kuklavari olmaktan kurtulamayan şahıslar ve vakalar yerine, önümüze gerçek olaylar, nefes alıp veren insanlar çizen, bir kelime ile, bize belirli bir vaka anlatmaktan çok, önümüze başsız sonsuz bir hayat parçası seren ilk Türk hikâyecisidir. Bu itibarla onu modern anlamdaki Türk hikâyeciliğinin hakiki babası saymak hiç de yanlış olmaz sanırım.

Dahası var. 1925 tarihi Amerika'da "In Our Time" adlı eseri ile Hemingway'in ortaya çıktığı tarihtir. Hemingway'in o ve müteakip yıllarda yazdığı ve bütün dünya edebiyat çevrelerinde büyük tepkiler uyandıran eserlerinin başlıca hususiyetini alelâde insanların alelâde yaşayışını alelâde görünen fakat aslında çok usta bir sanatkârlıkla edebiyata sokmuş olmak teşkil ediyordu.

Bütün dünyanın dikkat nazarını Amerika'ya çeken bir cereyanın aynı devirde bizdeki paralelini işte başından beri hep böyle yazmış olan Esendal teşkil ediyordu. Hattâ belki de tekaddüm hakkı bizim hikâyecimizde idi. Türkçe, koca Anglo-Sakson dünyasına hitap eden İngilizce gibi yaygın ve âlemşümul dünyasında kimse de Türk edebiyatını alıp satmadığından Esendal'ın bu durumunu farkeden dahi olmadı.

Yeni İstanbul'dan
hayat öyküsü roman ve öyküleri siyasi hayati mşe fotoğrafları hakkinda yazilanlar webmaster