|
|
|
İsmail Sevük
Atatürk'ün "İttihadcılar" içinde en çok sevip Milli Mücadele Türkiyesinin Bakûda, 1920'de ilk elçiliğini yaparak sırasıyla Moskova, Tahran ve hele Kâbil büyük elçiliklerinde çok hayırlı yararlıklar gösteren bu mahviyetli şahsiyetin meğer ölümü bile sessiz bir mahviyet içinde geçecekmiş. Ölümünü bile güçlükle öğrendim. Ne gazeteler yazdı, ne radyo söyledi. Fakat ne çıkar? Ölümlerini ne kadar tantanalı gürültü yapılanlar var ki sonra sessizliğe gömüldüler. Halbuki Esendal'ın sahifelerde yarattığı yüzlerce tip Hızır elinden su içtikleri için kendilerini yaratanı da yaşatıp duracaklar. Bir seri cilt tutacak o yüzlerce hikâye belki henüz basılmaya bile başlanmadı. Fakat eldeki tek kitabı bile o yüzlerle hikayenin ne canlı şeyler olacağını göstermeye yetip artıyor. Eldeki tek kitap, yani "Ayaşlı ve Kiracıları".
Biraz önce yukarıda bu kitabın roman nevilerinden hiçbirine girmediğini söylemiştik. Neden? Çünkü bu eser bir roman değil. O bir sürü küçük hikayenin arka arkaya dizilmesinden meydana geldi. Ayaşlı İbrahim'in dokuz odalı bir apartman katı tutup kendiyle üvey kızına ayırdığı iki odadan başkalarına kiraya verdiği vakit bu odalardan birinde oturan bir bankacı, diğer odalardaki kadınlı erkekli bütün şahısları canlı canlı birer tip halinde gözlerimizin önünden geçiriyor: Eline kalem yerine sanki gizli bir film makinesi almış. Hem bu göze görünmez makine yalnız şahısların gövdelerini değil, galiba o makineye maddeleri delip geçerek ruhlara inen röntgenli bir sihirbazlık da sindirilmiş olacak ki bütün tipleri hem endamları, hem ruhlarıyla olduğu gibi görüp duruyoruz.
İşte en başka Ayaşlı İbrahim. Ayaş Ankara Vilâyetinin Beypazarı ile Ankara arasına rastlayan mühim bir kazasıdır. Bizim Ayaşlı rüştiye tahsili görmüş, güçlü kuvvetli ve uyanık fikirli bir delikanlı. Bir düğünde kazaen bir kadın öldürdüğü için beş yıl hapse mahkum oldu. Haksız yere neye yatıp duracak, ince bir planla işi punduna getirip kaçar, dağlarda eşkıyalık yapıyor. İstibdad devrinin politikası, başa çıkılamayanı devlet hizmetine almaktır. İbrahim, zaptiye çavuşu oldu, tahsildar, vergi kâtibi, âşarcı; Balkan Harbiyle birinci Cihan Harbinde, yararlığı görülen bir asker, hulâsa feleğin çemberinden geçen bir Anadolu kasabalısı. Tuttuğu apartman katının yedi odasını kiraya verdikten başka ticaret dalavereleri de yapmaktadır. Ayaşlı İbrahim tek adam değil, gündüz başka, akşamdan sonra başka. Gündüzleri çok sert, dalavereci, ne yaparsın geçim dünyası; her şey mubah. Fakat bu adam akşam, çilingir sofrasının başına oturup duvardaki sazını kalın parmaklarını çıkardığı ince seslerle dillendirince… Ben Anadolumuzda ne kadar Ayaşlı İbrahimler gördüm.
|
|
|
|
|
|
İşte Rumeli mubadillerinden Hasan Bey, 5 numaralı odada oturuyor. Sarı bıyıkları kırlaşmış, uzun boylu mavi gözlü bir ihtiyar. Rumeli'deki çiftliklerine karşılık Samsun'da arazi vereceklerdi, olmadı, Ayvalık'ta verecekler gene olmadı, işlerini takip için kalkıp Ankara'ya gelmiştir. Ayaşlı İbrahim'le can ciğer dost oluyor. Halbuki ikisi birbirine taban tabana zıd. Ayaşlı kapkatı, o çok yumuşak; ötekinin ağzı sımsıkı, bununki pek gevşek. O hayatla dolu, bu saflıkla. Öyle iken neye o kadar candan dost oldular? Belli birbirinde olmayanı birbirleriyle tamamladıkları için
İşte yedi numaradaki Haki Bey, Avrupa'ya giden bir "satınalma" komisyonuna kâtip sıfatıyla verilir. Komisyondaki heyet iki ay sonra döndü. Ufak bir işin arkası alınsın diye orada bırakılmıştı. Vekâlet adamcağızı unutur gider. Tabiatile Vekâlet mekanizmasının mekanizmasının mihaniki dönüşü yüzünden tahsisatı gönderilip durmaktadır. Adamcağız vazifesinin bittiğine dair tahriratlar gönderdi, gördüğü işlere dair raporlar yolladı, aldırılması için ricalarda bulundu, nafile, kim kime? Neden ve neden sonra Ankara'ya geldiği zaman "vay bu zamana kadar neye gelmedin, şimdiye kadar Avrupa'da ne yapıyordun?" diye sigaya çekilince Haki Bey paçaları sıvayıp haftalarca uğraşarak dosyaların diplerinden eski raporlarla eski müracaatlarını meydana çıkardığı vakit herkes anlar ki… Bu, yalnız bir hikaye değil, bizdeki kırtasiyeciliğin yamanlar yamanı bir hicviyesi.
İşte bu Haki Bey'in karısı Turan Hanım. Avrupa'ya giderken yeni evlendiği karısını da götürmüştü. Adam kırkı aşkın, kadın genç; adam gösterişsiz, kadın güzel; adam sünepe, kadın zemberekli; yani kısacası adam karısının uşağı ve kadın kocasının efendisi. Odasını kumarhane yapmıştı. Bir taraftan bir numaradaki bankacı ile fingirdemektedir. Hiç öyle bir kadına böyle bir oda yeter mi? Ayıp onun dirayetine. Lüks bir daire tuttu. Geceleri hususi, hatta resmi otomobiller dış kapı önünde bekliyor. Ah Turan Hanım, sen yalnız bu kitapta bir kadın değil, hep gördüğümüz bir mahluksun. Ne kadar da çabuk çoğalıyorsunuz, ne kadar da çabuk?
İşte Vanlı Hüseyin Bey, işte moğolumsu Abdülkerim beyle karısının arasında ikiye bölünen küçük çocuklarının terbiye kurbanı olarak çektikleri, işte… Fakat hep birbirinden canlı ve birbirinden enteresan bu tipleri saymaya lüzum yok. Hele son sekiz, on yıl içinde yazdığı hikâyeler. Yakınlarından işittiklerimizle biliyoruz. O hikâyelerle biz, yetmiş yıllık bir hayatın en az yarım asrını bütün zaman ve mekân muhtevasıyla dolu olarak, o yarım asrı teneffüs ede ede tatmış olacağız. Rahmetli sanatkâra Allahın gufranını dilerken onun yakın arkadaşlarından da o hikâyelerin bir an önce bastırılmasına ait himmetlerini beklemekteyiz.
|
sayfa 1 2 |
|
|