Sunullah Arısoy

-Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?
-Vallahi bu benim selâhiyetim haricinde beyefendi… Hem büyük bir iş bu.. Edebiyatımızın gelişmesi için neler gerekli… Bilmem..Bir fikrim yok. Bunları, bu işlerle uğraşanlar bilirler.."

Hikayelerinin pek öyle mühim şeyler olmadıklarını, âdeta bizlere inandırmak istercesine belirtmeye çalışan, yazılarına imzasını atmamasını da, aşağı yukarı bu sebebe bağlayan ve asıl yazmak istediği hikayeyi yazamadığını söyleyen üstada dedim ki:
-Siz böyle diyorsunuz ama, 25-30 yıl önce yazdığınız hikâyelerdeki arınmış dil, ifade sadeliği ve akıcılığı, bugünün birçok yazarından ileridedir. O hikâyeler tertemiz dileriyle hâlâ yaşayabiliyorlar, okunabiliyorlar, sevilebiliyorlar.
Güldü:
-Efendim, dedi, o benim marifetsizliğimden.. Edebiyatı bilmediğimden.. Bilmem öyle düpe düz yazar mıyım hiç? Köylü, bir şeyi söylerken dikine, olduğu gibi söyler… Neden? Süslemesini bilmez, benzetmesini bilmez, anlatmasını bilmez de ondan… Marifetli insanlar öyle yapmazlar. Sözlerine, yazılarına marifetlerini sokarlar, hünerlerini gösterirler.. Meselâ bir şey anlatıyorlar değil mi, bu, derler, müsellese benziyordu. Hayır, aslında o anlattıkları "müselles"e benzemez, benzemiyordur. Ama marifetli olanlar böyle derler.. "Müselles"i bilmezseniz,. Anlattığınız şeyi "müselles"e benzetebilir misiniz? Aslını sorarsanız, marifet, hayatın içinde hayata uymayan bir şeydir! Benim dilim kısa… İstediklerimi anlatabilmek güç..
Üstadın samimiliği muhakkak. Yalnız, kendimce, bu cevabında bir devrin, nazik ve zeki hicvini bulduğumu söylersem bana hak verir misiniz?

Yazılarına imza atmamakta ısrar eden üstada, aklıma geldi, sordum:
-Bir aralık Vatan gazetesinde Memduh Şevket imzasıyla birkaç hikâye imzasıyla birkaç hikâye çıktı.. Bunlar sizin midir?
-Hayır beyefendi, dedi, benim değil. Kimin olduğunu da bilemiyorum. Aklıma iki şey geliyor: Ya adı benim gibi "Memduh", babasının adı, benim babamın adı gibi "Şevket" olan bir vatandaş vardır, o da "Memduh Şevket" olmuş hikâye yazmıştır, yahut da dostlardan biri, beni pek sevmiş olacak ki, yazılarına imzamı atmıştır. İkisinden biri… Birincisi ise, ne diyebilirim.. Yalnız "Memduh" ismi bana, "Şevket" ismi babama ait olamaz ya.. İkincisi ise, bu da bendenize iltifattır. Öyle ya, bunca ünlü yazar dururken bendenizin ismini kullanmış..

Her ikisine de ne diyebilirim?
Üstada son soruyu sordum:

-Toplum meseleleri karşısında sanatçının durumu ve tavrı ne olmalıdır?
-Toplum meseleleri.. Yani sosyal meseleler demek istiyorsunuz. Efendim, bana göre iki türlü sanatkâr vardır. Biri cemaatin önünde gider, biri cemaati arkadan takip eder.
Cemaatin önünde giden sanatkâr, o cemaate yeni bir dünya görüşü getirir. Bir cemiyet nizamı kurur. Şartlarını tespit eder. Cemaate, eserleriyle nasıl yaşamaları, nasıl çalışmaları gerektiğini söyler. Bu iş, aynı zamanda bir mütefekkir işidir de. Yabancı memleketlerde bu çeşit sanatkârlar vardır. Yeni bir dünya görüşü, yeni bir yaşayış nizamı getirmişlerdir, cemaatin önünde gitmişlerdir ve cemaati getirdikleri dünya görüşüne uydurmuşlardır. Bu çeşit sanatkârın yeni idealler, yeni görüşlerle ortaya çıkması, cemaâtin önünde gidebilmesi, büyük iştir.

Cemaati arkadan takip eden sanatkâr, "olan"ı tespit eder. Cemiyete ayna tutar. Cemiyetin nasıl bir gidişi, yaşayışı olduğunu gösterir, tarihe de, o cemiyet hakkında tespit edilmiş müşahedeler bırakır. Bu da bir iştir.

Ama, sanatkâr cemaatin önünde mi gitmelidir, ardında mı? Bunun için bir şey söylenemez. O, sanatkârın bileceği iş.. Sanatkârın gücüne bağlı.. İlle, sanatkâr, cemaatin önünde gitmelidir, denemez. Arkadan takip etmelidir de denemez.. Dense de doğru olmaz ki.. Eğer sanatkâr cemaatin önünde gidebilecek bir çapta ise, biz arkadan takip etmelidir de desek, o yine öne geçecektir.. Bunun aksi de böyle.

Meselâ, Halit Ziya Bey merhum, "Aşk-ı Memnu"da önde giden adamdır. O, şöyle bir koklayışta solup, sararacak çiçekler gibi, genç, taze, narin, nazenin kızlar tahayyül etmiş, onları yaşatmıştı eserlerinde. Halbuki o devirde böyle, bir koklayışta solup sararacak kızlar yoktu, ama şimdi var!

Atatürk, cemaatin önünde giden adamdır. Bir mütefekkirdir. Onun birçok fikirleri, sözleri tahlil edilmemiştir. İnşallah bunu siz gençler yapacaksınız. Emniyet Abidesinde Atatürk'ün bir vecizesi vardır, bilirsiniz: Türk, öğün, çalış, güven!

Düşündünüz mü hiç bu ne demektir? Atatürk ne söylemek istiyor? Ben, bunda yeni Türk cemiyetinin hayat istikametini bulurum.

sayfa   1    2   3   4

hayat öyküsü roman ve öyküleri siyasi hayati mşe fotoğrafları hakkinda yazilanlar webmaster